Titanik, 1912 yılında Batı Avrupa’nın en lüks yolcu gemisi olarak Atlantik Okyanusu'nu aşmayı hedefliyordu. Ancak, bu dev yapıtlardaki lüks, trajik bir sona yol açtı. 15 Nisan 1912'de meydana gelen felaket, yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olurken, tarih boyunca birçok hikaye de doğurdu. Bu hikayeler arasında en dikkat çekici olanlardan biri, Titanik yolcusunun aslında gemiye binmemesi gereken bir kişi olmasıdır. Bu olay, tarihin içindeki çarpıcı dönemeçlerden birine ışık tutarken, aynı zamanda insan şanssızlığının ve kaderin garip oyunlarını sorgulamamıza neden oluyor.
Bu şanssız yolcunun adı, amerikan edebiyatının ünlü yazarlarından biri olan Morgan Robertson’dur. Robertson, aslında Titanik felaketinden yıllar önce "Futility" (Açmaz) adlı bir roman yazmış ve bu romanda bir geminin, buzdağına çarparak batışını detaylı bir şekilde anlatmıştır. Yazar, kendi hikayesinden eninde sonunda etkilenip etkilenmeyeceği hakkında bir tahminde bulunmamıştı. Ancak, bir tesadüf sonucu Titanik’e bilet almayı düşündüğünde, onu ikna eden durumlar yaşandı. İlk başta gemiye binmeyi reddeden Robertson, daha sonra arkadaşlarının ısrarıyla bu yolculuğa dahil oldu. Bu karar, belki de onun hayatını kurtaracak bir fırsatı kaçırdığının habercisiydi.
Titanik'e binen Morgan Robertson, aslında geminin o anki tehlikelerini hissediyordu. Yazar, daha önce yazdığı romanın gerçek hayatta can bulması fikri üzerine düşündü. Sanki bir önsezi, onu bu yolculuğu yapmaktan vazgeçmeye zorluyordu. Ancak, o gün seyahate çıktığında yanında gelen arkadaşlarının verdiği destekle biletini aldı. Ancak bir yolculuk başlamadan önce, içsel çatışmaları onun gönlünde sürekli bir soru işareti bıraktı: “Acaba bu benim son yolculuğum mu olacak?”
Titanik’in trajedisi, çoğu yolcu için parlak bir macera olarak başladı. Ancak yolculuk boyunca, deniz şartlarının, icebergs tehdidinin ve geminin yenilmezlik hissinin arka planda olduğunu unutan yolcular, gerçek bir kabusun içine dalmaya başladı. Geminin tamamen batmasıyla birlikte, kaybolan pek çok hayatın yanı sıra, Morgan Robertson da içinde bulunduğu yolculuktan dolayı hayal kırıklığına uğradı. Onun trajik hikayesi, insan kaderinin belirsizliğine ve önsezilerin nasıl göz ardı edilebileceğine dair derin bir bakış açısı sunuyor.
Sonuç itibarıyla, Titanik’in en şanssız yolcusu olarak anılan Morgan Robertson’un hikayesi, sadece bir trajedi değil, aynı zamanda insan iradesi ve kaderin nasıl birbirine bağlandığının da bir örneğidir. Kitaplarında yazdığı olayların gerçek hayatta can bulması, ona hayatında hiçbir zaman unutamayacağı bir deneyim yaşatmış olmalıdır.
Titanik’in hikayesi, hala dillerde dolaşmakta ve birçok film, belgesel ve kitaplara ilham kaynağı olmaktadır. Bunun yanı sıra, Morgan Robertson’un kendisi gibi, tesadüflerin hayatımıza nasıl yön verdiğini düşünmek, geçmişin hatalarından ders çıkarmamız açısından önemli bir görevdir. Tarih, bu tür hikayeler sayesinde kendini yeniden keşfeder ve böylece insanlık deneyimlerini biriktirir. Sonuç olarak, Titanik felaketi, geminin batmasının ötesinde, insan iradesinin ve tutkusunun derinliklerine inen hikayeleri de beraberinde getirmiştir.
Sonuç olarak, Titanik’in en şanssız yolcusunun hikayesini anlatmak, sadece bir geminin batışı değildir; bu aynı zamanda insanlığın dramını, şanssızlığını ve birlikte gelmek zorunda olduğu kaderini sorgulamaktır. Morgan Robertson, kendi trajedisiyle birlikte, tarihin içindeki önemli bir dersin de sahibi olmuştur. Böylelikle, şanssız bir yolcu olmanın ardındaki karmaşık duygusal etkileşimleri yeniden düşünmek için bizlere bir fırsat sunmaktadır.